Sıkıntı, bunaltı, gerginlik, kaygı şekilnde değişik isimlerle insanların tanımladığı anksiyete, bir ölçüye kadar tüm insanlarda görülebilen fizyolojik bir yanıtdır. Bu anksiyete yanıtı insanı olası bir tehlike durumundan korur, önlem almasını sağlar, uyumunu arttırır. Ancak bu normal anksiyete yanıtının şiddeti ve süresi artarsa, kişinin günlük yaşamını etkilerse, kötü bir şey olacak beklentisiyle, dehşet duygusu, panik tepkisiyle sosyal-mesleki işlevselliğini bozarsa patolojik anksiyeteden söz edebiliriz.
 
Kaygı, anksiyete kişinin kendisini aşırı gözlemesine, dikkat dağınıklığına, uyaranları yanlış algılamasına, konsantrasyon zorluğuna yol açabilir. Bu patolojik anksiyete durumunda kişilerde önemli şeyleri hatırlamakta zorlanma, ölüm korkusu, yakınlarına ya da kendisine kötü bir şey olacağı hissi, aklını kaybetmekten korkma, tedirginlik, tahammülsüzlük ve çaresizlik görülebilmektedir.
 
Anksiyete  yanıtının ortaya çıkmasında , düzenlenmesinde en önemli beyin alanı amigdaladır. Anksiyetenin davranışsal tepkilerinin ortaya çıkmasımda otonom ve endokrin–hormonal yanıtlar, öğrenme, hatırlama, algılama gibi bilişsel süreçlerde önemli rol oynamaktadır.
 
Anksiyetenin kalp-damar sistemi, solunum sistemi, kas iskelet sistemi, mide-barsak sistemi başta olmak üzere  bedene yansımaları değişik şekillerde olabilmektedir. Çarpıntı, bayılma hissi, tansiyonda yükselme ya da düşme, aritmi, yüz kızarması, nefes darlığı, göğüste sıkışma, ağrı, boğaz düğümlenmesi, yorgunluk hissi, kaslarda gerginlik ve spazm, titreme, göz kapaklarında seyirme, uyku bozuklukları, sık idrara çıkma, cinsel sorunlar, bulantı-kusma, karın ağrısı, ishal, kaşıntı,  terleme, ateş basması gibi farklı şekillerde olabilmektedir.